İniş Sırası: 4
MÜDDESSİR SURESİ
Sure No: 74
Bismillahirrahmanirrahîm
Esirgeyen, Bağışlayan Allah’ın Adıyla…
1. Ey sorumluluk yüklenen; nebî-elçi! 12
12 (4:1) Nebî sözcüğü Arapçadır. Allah’tan haber alan, Allah’ın habercisi demektir. (Peygamber sözcüğü, Farsça bir kelime olup dilimize geçip yerleşmiştir.) “Elçi”, kendisinin olmayan, temsil ettiği adına, aldığı görevi aynen başkalarına sunandır. Hz. Muhammed, Nebî olarak, Allah’tan aldığı vahyi/ haberleri, okuyup öğrenip, iyice algıladıktan sonra, Elçi, olarak da aynen, insanlara tebliğe başladı. Hz. Muhammed, bir önceki, Müzzemmil Suresi 5. ayette belirtilen, ağır sorumluluğa ve elçiliğe yavaş yavaş hazırlanmaktadır. İnsanların aydınlanmaya ihtiyaçları vardır ve Abdullah oğlu Muhammed, bu görev için Allah tarafından nebi-elçi olarak seçilmiştir.
2. Toparlan! Artık etrafındakileri uyar.
3. Rabbinin / koruyup-kollayanın; eğitip-öğretenin, büyüklüğünü anlat.
4-5. Bilincini, ortak koşucu düşüncelerden temizle. Artık kötülüklerden uzak dur.
6-7. Gönülsüz davranma; karşılık bekleme. Rabbini anlatmak için dayanaklı ol.
8-9. Çünkü, soluk borusundan nefes aldırıp-verdireni, her an her yerde tanıtmaya çalışmak zor bir süreçtir.
10. Hele, gerçekleri görmezlikten gelip örtenlere anlatmak hiç de kolay değildir.
11. Oysa ki, var eden Benim ve onu / insanı tek başına / çırılçıplak olarak, Ben yarattım.
12-13. Ona ardı arkası kesilmeyen mallar ve sahip olduğu çocuklar verdim;
14. Onun için alabildiğine olanaklar sağladım.
15. Bütün bunlardan sonra o, daha fazlasını ister.
16. Ama gel gör ki o, ayetlerimizi ısrarla görmezlikten gelir.
17. Ayetlerimizin manasını anlamak ona zahmetli gelir.
18. Çünkü o, kendince düşünür ve değerlendirir.
19. Nasıl düşünüp değerlendirirse, hep kendi zararına değerlendirir.
20.Sonra nasıl düşünüp değerlendirdiyse, yine kendi zararına değerlendirir.
21. Sonra anlamak için bakar;
22. Sonra, yüzünü ekşitir ve rahatsız olur.
23. Sonra da eski cehaletine döner ve bilgiçlik taslayarak,
24. Şöyle der: “Bu, öteden beri anlatıla gelen bir söylentiden başka bir şey değildir;”
25. “Bu, insan sözünden başka bir şey değildir.” 13
13 (4:25) Kur’an güncel ve yaşayan bir kitaptır. Bugün de türlü türlü çıkarını korumak isteyenler, Kur’an’ın anlaşılmasından çok, rivayetleri, atalar kültürün daha çok savunurlar, Kur’an’ın anlaşılması için çaba harcayanlara “Bu olsa olsa onların kendi yorumlarıdır” derler. Bu tüm dünyada böyledir. Bu tipler, bu çıkar sahibi kişiler, Kur’an’ın anlaşılmasından fena halde rahatsız olurlar.
26-27. Böylece o, fena halde şaşkınlaşır, şaşa kalır. Şaşkınlaşmış hali nedir, sen bilir misin?
28. O, eski cahilce bildiklerinden vazgeçememe ve ikilikte kalma halidir.
29. O, beşer için ön yargıları alt-üst olmuş bir haldir.
30. Ve nihayet o, kendi üzerinde / kendi yaratılışında var olan gerçeklerle yüzleşme halidir. 14
14 (4:30) “Ve nihayet o, kendi, üzerinde / kendi yaratılışında var olan gerçeklerle yüzleşme halidir” diye anlamlandırdığım cümlenin Arapçası: “Aleyhâ tisate aşera” dır. kelime, kelime çevirisi “Onun üzerine on dokuz” şeklindedir. Ama burada mecaz bir anlatım vardır. Kur’an’da buna benzer örnekler vardır. Örneğin, Tevbe Suresi 80. ayette, münafıklarla ilgili bir rakam zikredilir. Arapçası şöyle: “…in testağfir lehum seb’îne merraten” anlamı,”…onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen”. Burada zikredilen yetmiş (70) rakamı çokluktan kinaye mecaz anlamındadır. (İstediğin kadar bağışlanma dilesen vs. anlamındadır.) Halk dilinde de şöyle bir anlatım vardır: “Sittîn sene uğraşsan bu iş olmaz.” Burada geçen “Sittîn” kelimesi 60 sayısı demektir. Ama bu anlatımda 60 sayısının söylenmesi çokluğu ifade eden kinayedir. Genel olarak Kur’an, mecaz anlatımın zengin dilini kullanarak, benzetmeler, örnekler, sembolleştirmelerle, gerçeği işaret eden bir anlatıma yer verir. Böylesi bir zengin anlatıma sahip olan Kur’an, insana, bir anlatım özgürlüğü ve bilinci verir. Kur’an, metnin kelime kelime çevirisinin ya da Arapçanın dil bilgisi kurallarının çok ötesinde bir anlam içerir. İşte bu surenin 30. ayetinde geçen “aleyha tisate aşera” (üzerinde on dokuz) deyişini, Kur’an’ın anlam bütünlüğü içinde anlamlandırdım. En doğrusunu Allah bilir.
31. Oysaki Biz, üzerinizde var olan melekeleri, güçleri, yakıp-yakıcı sıkıntının kaynağı yapmadık. Gerçeği görmezlikten gelen kimseler için de, onların / o melekelerin işlevini fitnecilik yapsınlar diye oluşturmadık. Varlığın bir kitap olarak sunulduğunu bilsinler, gerçeği araştırıp kanıtlasınlar diye var kıldık. Gerçekler anlaşılırsa, iman edenlerin inancı daha da artar. Mü’min olanlar, varlık kitabındaki gerçeklerden kuşku duymazlar. Gerçekleri görmezlikten gelip örten kimseler ve kalplerinde cehalet hastalığı olanlar, “Allah bu benzetmelerle ne anlatmak istedi” derler. İşte böyle! Dileyen kimse Allah’ın gerçeklerinden sapar, isteyen kimse de kendi yolunu bulur. Rabbinin / koruyup-kollayanın, öğretip-eğitenin, var ettiklerinin sayısını tam olarak kimse bilemez, ancak O bilir. Beşer için ise bu, ancak düşünmekten başka bir şey değildir.
32. Ant olsun! Gerçeği yansıtan aydınlığa,
33. Kaybolup giden cehaletin karanlığına,
34. Aydınlanmanın başladığı zamana,
35. Muhakkak ki O, yüceliğiyle tek olandır.
36. Bu gerçekler, insanlar için bir uyarıdır.
37. Sizden dileyen kimse, bu uyarılara kulak verir, ileri gider, ya da bunları göz ardı eder, geri kalır
38. Her kişi yapmış olduğu şeyden dolayı, bir rehinedir.
39. Sağduyu sahipleri hariç
40-41. Huzur ve mutluluk içinde olanlar, mücrimlere şaşırmışla hallerinde kalanlara sorarlar.
42. Sizi şaşırmışlık içinde / iki arada bir derede, bırakan neydi ?
43. Derler ki: “Teslim olanlardan, toplumsal yardım yapanlardan olamadık:”
44. “Çaresizlik içinde olanlara ekmek parası / iş imkânı sağlayamadık:
45. “Biz, hep kendi çıkarlarınız için uğraşıp dururduk;”
46. “Biz, hesap vereceğimiz günü hiç umursamazdık; yaptıklarımızın yanımıza kalacağını sanırdık;”
47. “Ta ki, kaçınılmaz ölüm gerçeği gelip bize çatıncaya kadar
48. Artık onların, “şefaatçi olacak” diye inandıklarının da kendilerine bir şefaati olmayacaktır.
49-51. Neden onlar Kur’an’ın anlaşılmasından yüz çeviriyorlar, sanki onlar, aslandan ürkmüş, sağa-sola kaçışan, yaban eşekleri gibi kaçışıyorlar?
52. Aslında, onlardan her biri, kendi inançlarına uygun yazılıp neşredilmiş kitaplar istiyorlar.
53. Hayır, hayır! Aslında onlar öteki dünyayı umursamıyorlar.
54. Hayır, hayır! Kesinlikle Kur’an, düşünenler için bir öğüttür.
55. Artık isteyen herkes ondan öğüt alır.
56. Ancak, Allah’ı anlamak isteyenlerden başkası öğüt alamaz, çünkü O, en çok sakındırmaya ve en çok bağışlamaya ehil olandır.